Ateşin Çocukları !..
Bir Anadolu hikayesidir..
Derler ki:
Şeytan,
Ateşini daha çok harlamak için,
Kelebeklere demiş ki birgün;
“Kim bana daha çok ateşi getirirse,
Mavi gözlü, sarışın güzel kızımı onunla evlendireceğim!”
İşte..
O gün bugündür,
O haberi alan o kelebekler,
Yana yakıla lambaların etrafında dönüp dururlar..
Ve bugün hala,
Dönmeye devam ediyorsa kelebekler,
Ve hala..
Yanıp yakılıyorsa lambaların etrafında,
Bilin ki;
Şeytan gelen hiçbir ateşi beğenmemiştir.
Ve.. daha çok ateş istiyordur!
…/
“Ateşin Çocukları”nın Şeytanı,
Bizim kelebeklerin şeytanından daha çok akıllı..
O,
Bizim şeytan gibi...
Tüm Ateşin Çocuklarını toplamadan başına,
Bir Kraliçe Arı buldu kendine..
Ve ona dedi ki:
“Güneydoğu’da her ile bir kovan kur,
Sen de onlara görev ver!”
Ve..
Öyle de oldu.
Büyük Şeytanın Apo’yu bulmasıyla başlayan hareket,
Her kovana,
Bir karayılan,
Bir Cemil Bayık,
Bir Duran Kalkan, Pervin Buldan, Leyla Zana, Sırrı Sakık, Ahmet, Mehmet, Selo, Sırrı…
Yerleştirmeyle devam etti.
Sonra..
Sonra, Şeytan, binlerce arının genlerini değiştirdi.
Fikrini, aklını çeldi.
Kürt-Türk emekçisini kaya yarar gibi yardı iki yana.
Çanakkale’de,
Sakarya’da,
Kocatepe’de, Eskişehir’de, Sarıkamış’ta..
Sırt sırta dayanıp düşmana karşı duran,
Mehmet ile Memo’nun torunlarını
Güneydoğu’da karşı karşıya getirdiler.
Mehmet’in toprağa düşen bedeninde,
Memo’nun namlusundan çıkan U.S.A damgalı kurşun vardı.
Sonra şeytan,
Efsunlu bir harita verdi, kovan sorumlularının eline..
İran’dan bir parça,
Irak’tan, Suriye’den
Ve Türkiye’den bir parça..
Dedi ki onlara:
“Söyleyin Memolara,
İşte vatanınız burası,
Yeşil ırmaklar akacak, kelebekler çiçeklere konacak,
Mavi gölleriniz, yeşil tepeleriniz,
Sarı güneşiniz, gümüş Ay'ınız olacak.
Burası sizin oluncaya kadar savaşın,
Her şeyiniz bizden”
Mehmet,
Kaldırdı baktı haritanın altına,
Dedi ki Memo’ya:
“Bura İran’ın, Irak’ın, Suriye ve Türkiye’nin petrol, doğalgaz, su, maden kuyularının üstü, bu bir tuzak”
Ve ekledi:
“Burası Reşo Ağa’nın tarlası değil ki, ayak ucunda sana bir ahırlık yer versin!
Şeytan buraya yerleşmek istiyor,
Ve seni de o kuyulara bekçi dahi yapmayacak,
Çünkü sana güvenmiyor”
Büyük bir ulusun,
Hercai menekşesi, lalesi, sümbülü iken, hepsi,
Şeytanın toplasan yüz haini,
Sürdü Kürdümüzü odların ateşlerin içine..
Ayağındaki Mekap’ı,
Kıçındaki şalvarı,
Belindeki kuşağı, başındaki sarığı,
Yokken kendi barut atölyesi,
Konserve kutusu..
Gönderdi her bir şeyini Şeytan.
Bu yüz kişinin;
Yaşamı da benzemiyordu uyuttukları halka.
Ne evleri,
Ne arabaları,
Yattıkları yatak,
Yedikleri yemek,
Giydikleri elbise..
Çocuklarının okuduğu okul,
Hiçbir şey..
Hiçbir şey benzemiyordu.
Bu yüz kişi..
Göbek bağlarını ortaçağın karanlığına bağladılar.
Seyit Rıza’nın heykelinin altında toplanıp,
Saidi Nursi’nin müridi Fetullahla iş tuttular.
Girdikleri meclisten,
Bölgeye, yol, su, fabrika, okul isteyeceklerine..
Yol yapan işçiyi öldürdüler.
Okullar yakıp öğretmenleri katlettiler.
Yolları dinamitlediler.
Çobanları dahi öldürecek kadar ileri gittiler.
Ama..
Şeyhliğe, şıhlığa, toprak ağalığına dair bir şey demediler.
Feodalizmin karanlığındaki ateşe körük tuttular.
Ve..
Kürdümüzü karanlıklarda boğup,
Ateşlerde yaktılar yıllar boyu.
Kendi çocuklarını kolejlere, üniversitelere,
İhale salonlarına gönderip,
Yoksul halk çocuklarını bir battaniye ile dağa gönderdiler.
Yakılmış, yıkılmış yerlere götürdüler yoksul halkı.
Taşın taş üstünde durmadığı Kobani’de;
“Bura işte size vaat ettiğimiz vatandır” dediklerinde,
İki battaniye bir yorganla gidenler,
“Tuh size” deyip geri döndü..
Geri döndü yoksul halk,
Helak olmuş halk.
Onları oraya götürenlerin,
Ne ağızları kendi ağzıydı,
Ne başlarındaki akıl..
Şeytan’ın ipiyle indikleri kuyuda kaldılar.
Sonra,
Anladılar ki;
Halkları birbirine kırdıran Şeytan,
Düzenli ordusuyla Yunan’a,
Irak’a, Ermenistan’a bunu yaptıramadı,
Kova kova su ile
Bizim hangi değirmen taşımızı çevirecek?!
Ellerinde kalan bir avuca,
“Ateşin Çocukları” dediler.
Sanırsınız ki:
Bu çocuklar,
İnsanlığın, dünyanın, doğanın, ilmin, irfanın, yeryüzündeki canlı cansız her şeyin geleceği için,
Kendilerini ateşlere odlara atacaklar.
Sanırsınız ki,
Karıncaya su,
Tilkiye ekmek bırakacaklar,
Sanırsınız ki,
Avcının kapanından yaralı ceylanı veterinere getirecekler,
Kaybolan yavru ayıyı anasının kucağına koyacaklar.
Ateşin çocukları,
Kurdu yaktı, yuvasından uçamayan yavru kuşu yaktı,
Yavru ceylanı yaktı,
Uykusunda karıncayı yaktı,
Yansa, o kadar, anca o kadar yürüyebilecek kaplumbağayı yaktı..
Bir Alevi gibi,
Başı kesilse sesini çıkarmayan ağacı yaktı..
Anaların,
Babaların,
Eşlerin,
Çocukların yüreğini yaktı..
Yaktı.. yaktı..
Yıktı..
Şimdi..
Analar o ateşin içinden o çocuklarını çekip alıyor.
Kaçan canını kurtarıyor.
Kürdümüz gördü bu yüz kişiyi..
Göreceksiniz:
O çocuklar da atacaklar ellerindeki kibriti suya..
Şeytanları da sahip çıkmayacak bunlara,
“Feto elimizde kaldı, siz hiç gelmeyin” diyecek Şeytan.
Doğu’dan esen rüzgar şiddetlendi.
Gidecek, sığınacak yerleri yok.
Van Gölü’nde Vahdettin’in Gemisi’ne binecekleri gün yakındır!
Onlar döne dursun limansız gölde,
Bir dengbej çıkagelecek elinde tambur;
“Ez gurban başına döndüğüm
Nazlı ülkem,
Salın da gel boyuna kurban
Bir babanın yedi gardaşıyık,
Dola boynuma, koluna kurban”
... /
60 sonrası milleti sağa/sola bölen,
70 sonrası Kürt/Türk diye ayıran şeytan,
Alevi/Sunni' yi de denedi, olmadı.
Şimdi..
Geçmişte tek tek görev verdiklerini bir araya toplamaya çalışıyor.
1500 Senedir,
Taşlayarak öldüremediğimiz şeytanı
Cumhuriyet ışığında ha boğduk,
Ha boğacağız.
Kan döktüğü, Can aldığı her yerde bir tikesi kalan şeytanın bir daha ayağa kalkacağı yok.
Ve onun ipiyle o kuyuya inen de o kuyuda kalacak,
Ve..
Tüm insanlık kıyamete kadar o kuyuya tükürecek..