Geleneksel Aşık-Saz Sanatının Türk Dünyası Kültüründe Önemli Rolü

Geleneksel Aşık-Saz Sanatının Türk Dünyası Kültüründe Önemli Rolü

Geleneksel Aşık Sanatı ve Edebiyatı Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Rafig İmrani, “Geleneksel Aşık-Saz Sanatının Türk Dünyası Kültüründe Önemli Rolü” konulu konferans verdi.

Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Konferans Salonunda Kars Kafkas Üniversitesinde Türk Dünyasında Aşıklık Geleneğinin Tarihçesi ele alındı.

Konferansta konuşan Geleneksel Aşık Sanatı ve Edebiyatı Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Rafig İmrani, şunları söyledi;

Türk halklarının tarihi ve kültürel mirasının araştırılması, Türklerin dünya halkları arasında en eski tarihe ve kültüre sahip halk olduğunu ortaya koymaktadır. Bu yönde yazılmış bilimsel çalışma ve makalelerde, bilim insanları tarafından dile getirilen çelişkili görüşlerin yanı sıra, Proto-Türklerin en eski tarihe ve kültüre sahip olduklarını belirten yazılara da rastlanmaktadır. Âşık-Ozan sanatının tarihini araştırarken Türkiye’nin ünlü bilim adamlarından Kazım Mirşan, Haluk Tarcan, İlmiye Çığ ve diğer tarih bilimcilerinin, aynı zamanda Amerikalı milyarder David Rockefeller’ın itirafları dikkatimizi çekmiştir. Zira dünyanın güçlü emperyalist ülkelerinin önderliğindeki pek çok bilim insanı, dünya halklarının gerçek tarihini yazmak yerine, tarihi çarpıtmış ve Avrupa ülkelerinin, özellikle Antik Yunan’ın tarih ve kültürünün dünya halklarının kültüründen daha eski olduğunu yazmışlardır. Nüfusu 300 milyondan çok olan Türk dünyasının müzik tarihinin kadim dönemleri ve teorileri üzerine yapılan araştırmalar, kanıtlıyor ki, son 100 yıldır Amerika, Rusya ve bazı Batı ülkelerin bilim adamlarının tarihi araştırmalarında Türk halklarının kültür ve tarihinin, ilk insanın yaratılışına bağlanması konusunda büyük bir kıskançlığın yaşandığını ortaya koymaktadır. Dikkat edelim, Amerikalı Yahudi bankacı David Rockefeller, "Yüzyılın itirafı... Türkiye’ye karşı oynanan kirli oyunlar!" başlıklı itiraf yazısında neler diyor? O, düşüncelerini birkaç başlık altında dile getirmişdi. Onun "En Önemlisi Türkler Medeniyetin Beşiğidir ve Kökenleri Sümerlere Kadar Gider" beşinci başlığı altında yazmış olduğu fikirlere dikkat edelim.
Beşincisi ve belki de en önemli olanı Türkler medeniyetin beşiğidir. Türkler Milattan Önce 4.000’lerde Orta Asya’da yaşayan büyük bir felaketten sonra yaşadıkları yerleri terk edip, Mezopotamya’ya ve Rusya üzerinden Avrupa’ya gelen aryanlar yani dünyadaki en medeni olarak kabul ettiğimiz Ari Irk ’tandırlar ve Avrupa’daki Finliler, Macarlar gibi bazı uluslar Türk kökenlidir. Ayrıca Anadolu’da büyük uygarlıklar kuran Hititler ve Asurluların da Türk kökenli olma ihtimali yüksektir.
Milattan önce 3.500 yıllarında Mesopotamya’da yaşamış olan Sümerler ilk yazıyı bulan, toplumda adaleti sağlamak için ilk yasaları çıkaran ve mahkemeleri kuran, ilk para kullanan ve vergi toplayan, ilkokul açan ve tekerleği bulan ulustur: yani dünya medeniyetininbaşlangıç noktasıdır ve soyları tarihçilerimizin araştırmalarına göre Türk kökenli insanlardır. Sümerler o bölgenin yerli halkı değildirler; yani göçebedirler ve tarihçilerimizin araştırmalarına göre … Bugüne kadar çözülebilen 1000 civarında Sümer kelime ve ‘‘Ayağını yere sıkı bas”, “Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır”, “Sel gibi silip süpürmek”, “Yağ gibi erimek’’ gibi yüzlerce atasözü bugün Türkçe’de kullanılmaktadır. Sümerlerin Ay Tanrısının simgesi olan ‘‘Yarımay’’, bugün Türk bayrağında kullanılmaktadır. Roma ve Yunan medeniyetleri Sümerlerden oldukça fazla faydalanmışlardır; mesela yapılarındaki süslemeler ve Tanrıları Sümer tapınaklarından gelir.
Fakat biz bunu örtbas etmek için Milattan önce 2.000 yıllarında, yani Sümerlerden 1500 yıl sonra başlamış olmasına Yunan medeniyetini, dünyadaki ilk medeniyet olarak dünyaya tanıttık. Daha da ilginç olanı, Yunanlardan önce Mısır medeniyeti başlamıştır; ama onlar da Sümerlerden 1000 sene sonra piramitlerini yapabilecek uygarlık düzeyine gelebilmişlerdir. Mayalar ve İknalar; Sümerlerden 2000 sene sonra zuhuratlarını aynı biçimde yapmışlardır.
Medeniyetin Beşiği olarak Türkleri Kabul edemezdik, Bu Mirasa El Koymalıydık başlığında ve sonraki göstereceğimiz başlıklarda D. Rockefeller iğrenç amaçlarını açıklayarken böyle söylemiştir: Medeniyetin beşiği olan Türkleri kabul edemezdik; tam aksine binbir entrika ile bu kültür miraslarına el koyarak biz onları bütün dünyaya barbar, hak hukuk tanımayan bir toplum olarak tanıttık ve bunda da oldukça başarılı olduk… Aslında insanlar tarih kitaplarını açıp okusalar, bütün gerçeği görecekler ama insanoğlu için duyduğuna inanmak yeterlidir, okumak çok zor gelir”. İtiraflardan sonuç olarak aşağıdaki kanaate gelebiliriz.
Bizim tarafımızdan Sümer müziğinin tarihi ve kültürü üzerine yapılan araştırmalar, Sümerlerin %100 Türk olduğunu bilimsel olarak doğrulamıştır. Bu araştırmamızda Sümerlerin hangi Türk kavimlerinden olduğunu ilk kez açıklıyoruz. Çağdaş tarih kitaplarında dünyanın tüm yazarları Arilerin hangi halkın Ari Irk olduğu konusunda tartışmaya devam ediyorlar. Oysa D. Rockefeller itirafında Türklerin Ari Irkından olduğunu açıkça belirtmektedir. Bunlar çok sayıda tarihi meseledir; Yani ilk insanın kökeni ve kimliği, ilk insan toplumunun taşıdığı medeniyet, mensup olduğu halklar, dünya halklarının soyağacı konularına ışık tutmakta, dünya medeniyetindeki kadim insanın ve kadim dilin Türklerle bağlantılı olduğunu ispatlamaktadır. Türklerin medeniyetin beşiği olması, dünya medeniyetinde var olan bütün sanat dallarının tek bir medeniyetten, yani Türk medeniyetinden doğduğunu ispatlamaktadır.
Denilen faktörlere bakmayarak çağdaş dönemde dünya tarihçileri arasında her şeyi kendi medeniyetlerine bağlamak isteği bir tür yarışma karakterini almıştır. Buna göre bazı halkların yazarları Sümerleri; Yahudi’ler, Yahudi tarihine, Orta Asya bilim adamlarından; Kazak’lar Kazak, Özbek’ler Özbek, Kafkasya’da Gürcü’ler Gürcü tarihleri ile bağlamağa çalışmışlar. Sümerlerin Orta Asya’dan göç ederek gelmeleri hakkında ilimde çoklu faktörler vardır. Bizim araştırmalar Sümerlerin itiraf ettiği kimi kadim Türk toprakları olan Dilmun (Deyleman) olduğunu ispatlayıp. Dünya Sümerologlarının Sümerlerin Orta Asya’dan Sümer’e geldikleri faktörünü de kabul etmiş olsak, onda Sümerlerin yene de eski Türk soylu tayfalar olmasını kabul etmeliyiz. Diğer taraftan Türksoy’u insanların hepsinin ana dili farklı lehçelerden oluşan Türkçedir. Böyle oldukça nasıl olur ki, dilbilim yazarları Sümerlerin dilinin bilinmeyen dil veya ölmüş dil olarak söylüyorlar? Türk dilinin eski zamandan çağdaş döneme kadar yüzlerle farklı çeşitleri olmuştur. Dilbilimi alanında çalışan bilim adamları çok güzel olarak biliyorlar ki, tarihi-medeni gelişmeler ve başka kültürlerle bütünleşme sonucunda her elli ve yüzyılda tüm halkların dilleri bazı değişikliklere uğruyor. Dilci uzmanların fikrine göre 5000 yıl tarihi zaman içeriğinde dil 50-100 kere değişiyor. Bele olduğu takdirde Türk bilim adamları dışında yabancı dilci bilim adamların bazıları niye kadim Sümer dilini eski Türk dilleri ile karşılıklı mukayesesini yapmıyorlar. Hele 50-30 yıl bundan önce Türksoy’u bilim adamları bu mukayeseleri yapıp eski Sümer dilinde toplam olarak 1000’den fazla Türk kelimeleri olduğunu ispatlayanda bu bilim adamlarını da milliyetçilikte suçluyordular. Denilen fikirleri göz önüne getirerek Sümerlerin nereden bu arazilere gelmelerini onların Türk kökenli olmalarını söylemek isterdik. Tarihte Türklerin göçebe halk olması siyaseti Batı, Amerika, Rus, Sovyet ilmini yöneten siyasiler tarafından ortaya çıkarılmıştır. Çünkü tarihi faktörler ispatlıyor ki, göçebe halkların zengin medeniyeti, kültürü olamaz. Bu bakımdan da Türklerin göçebe halk gibi yabancı yazarlar tarafından gösterilmesi belli bir amaca hizmet etmiştir. Büyük medeniyeti yerleşim halkı yüzyıllar, binyıllar arzında oluşturuyor ve bu medeniyet geleneksel olarak sonraki nesillere ötürülüyor. Türklerin tarihi ise göçebe halka ait olmayıp onun tam eksini göstermektedir. Yani Altay’dan, Doğu Çin’den, Hindistan’dan, Afganistan’dan, İran’dan, Cezire’den, Yemen’den, Anadolu’dan, Kafkasya’dan, Kuzey Kafkasya’dan, Orta Asya’dan, Rusya’dan, Batıya kadar tüm tarihi zamanlarda Türkler ölçüye gele bilmeyen çok büyük ve zengin çeşitli medeniyet yaratmışlardır. Bu medeniyet dünya halklarının medeniyetine de kendi etkisini göstermiş ve çağdaş dönemde de göstermektedir. Türk halklarının medeniyeti Ön Türklerden başlayarak sonraki tüm tarihi dönemlerde de kendi etkisini diğer halkların medeniyetine göstermiştir. Dünya medeniyeti ile bağlı hangi kaynakları değerlendirsek orada dünyada ilk Türk devleti olan Ön Türker’in, Aratanın, Sümer’in, Hitit’in, Elamın, Sus’ un, Suriye’nin, İran’ın Türkler yaşayan Batı ve Doğu bölgelerin, Bağdat’ın, Herat’ın ve başka arazilerin adlarına rast geleceğiz. D. Rockefellerin ve birçok yabancı bilim adamlarının doğma Türkiye’mize ve Türk Dünyasına karşı çirkin niyetlerini yansıtan paylaşımları okuduktan sonra Türkiye, Azerbaycan ve Türk Dünyası halklarının tarihi, medeniyeti ve kültürü üzerine araştırmalarımızı birkaç bilim dalında yürütmeyi tercih ettik. Bunu aşağıdaki Geleneksel Âşık, Saz, Söz Sanatının Gerçek Tarihi başlığında izleyelim.

Azerbaycan ve Türk halklarının müzik kültürünü 40 yıldan fazla dönemde araştıran biri olarak mantığa dayalı bir gerçeği özellikle belirtmek isterim: Kültürü ve müziği yaratan insan ve insan topluluğu olan halktır. Bu doğrultudaki araştırmalarımızda, birkaç yıl önce uluslararası sempozyumlarda, Antik tarih ve kültür araştırmalarında bilim dünyasında ilk kez "Etnomuzopsikoloji" adlı bilimsel alanın yaratılmasının öneminden söz etmiştik. "Etnomuzopsikoloji" bilim alanı etnomüzikoloji, müzik felsefesi; insan sosyolojisi ve antropolojisi, etnopsikoloji ve müzik psikolojisi perspektiflerinden incelenmesini ifade eder. Her millet, yüz ve bin yıllar boyunca ulusal müzik medeniyetine uygun, müzik aletlerini, milli dans hareketlerini ve halk müziği biçiminde kendi geleneksel müzik kültürünü yaratır.
Farklı ulusal kültür sistemlerine mensup ve uzak coğrafi arazilerde olan halkların yaşamlarında, etnik kültürlerinde aynı milli müzik aletleri, danslar ve şarkılar yoktur. Bunlara örnek olarak Türk Dünyası veya diğer halkların medeniyetine ait ulusal müzik aletleri, şarkıları ve dansları gösterebiliriz. Şunu da özellikle belirtmek gerekir ki, tarihten bilindiği üzere, uzun yıllar bir devlet içerisinde azınlık olarak yaşamış etnik gruplar, daha sonraki dönemlerde bağımsızlıklarını kazandıklarında, önceki dönemde yaşadıkları kültürü, müzik aletlerini ve milli dans örneklerini kendi ülkelerinde yaymışlardır. Bu gibi istisnai durumlar mevcut olmasına rağmen Türk halklarının vazgeçilmez müzik aletlerinden olan saz ve âşık sanatına diğer halkların kültürlerinde rastlanmamaktadır. Bu anlamda Azerbaycan ve Türk halk müziği türlerinde, eski vurmalı ve üflemeli çalgılarla birlikte çok önemli bir yere sahip olan çalgılardan biri de "saz" ve ‘‘bağlama’’ adını taşıyan çalgı aletidir. Bu müzik aleti Azerbaycan ve Türk dünyasının müzik kültürünün gelişmesinde özel bir yere sahiptir. Saz müzik aleti sadece Azerbaycan kültürü için değil, aynı zamanda tüm Türk dünyasının müzik kültürü için de özel bir öneme sahiptir. Adı geçen müzik aletini icra edenler, dünyada eşi benzeri olmayan, milli şiir düşüncesi ile müzik düşüncesinin sentezini yaratarak, muhteşem bir eşzamanlı tür olan "Edebi-Müzikal Tür" sanatını yaratmışlardır. Ayrıca, saz çalma sanatının ve âşıkların yaratıcılığının, dünya genelindeki Türk halklarının kültürel mirasına ait olduğunu da belirtmek gerekir. Âşık sanatına geçmeden önce, sazın ismi hakkında birkaç düşüncemizi paylaşmak istiyoruz. Uzun yıllardır Azerbaycan âşık edebiyatında, saz çalgısının Kopuz-Saz kavramından geldiği, âşık isminin ise Ozan-Âşık isminden geldiği belirtilmektedir. Zira uzun yıllardır Azerbaycan'da âşık sanatı televizyon programlarında iki ayrı isimle sunulmaktadır; "Ozan" ve "Âşık sanatı" adlı programlarda tanıtılmaktadır. Yapılan araştırmalar, esas itibarıyla aynı olan ozan ve âşık sanatlarının, adları, icra kültürleri ve özellikleri bakımından birbirlerinden farklılaşan, tarihsel dönemlerin kültürel eserleri olduğunu ortaya koymaktadır. Âşık sanatçıları, her tarihi dönemin gereksinimlerinden esinlenerek, hem saz hem kopuz çalgılarında farklı icra

üslupları geliştirmiş, sözlü kültürlerinde de farklı şiir formlarında eserler ortaya koymuşlardır. Dede Korkut'un eserindeki metinleri, Âşıkların ortaçağ şiirleriyle karşılaştırdığımızda, sözü edilen farklı özellikleri rahatlıkla görebiliriz. Saz çalgısına gelince, bu konuda eser yazan bilginler ve bazı müzikologlar, yukarıda sıralanan "Ozan-Âşık" ve "Kopuz-Saz" geçişine ilişkin görüşler yaparak, sazın kopuz çalgısından türediği konusunda yazılarında ve bilimsel çalışmalarında vurgularda bulunmaktadırlar. Bu isimler bilimsel olarak karşılaştırıldığı için bu yazarlar aynı zamanda sazın tarihini de orta yüzyıllardan itibaren, yani "Dede Korkut" destanında adı geçen kopuzun tarihini kaydetmektedirler. Ayrıca şunu da özellikle belirtmeliyim ki, Türk halklarının müzik ve çalgı müziği tarihini araştıran bir müzikolog olarak, sazın kopuz çalgısından gelmediğini belirtmek isterim. Bu çalgı aletleri Türk halklarının kadim müzik geleneğinde kullanılsalar da onların ses tonları ve yapısal biçimleri farklılığı nedeniyle birbirlerinden ayrılırlar. Saz çalgısının tarihi araştırıldığında, bu çalgının çok eski bir Türk kültürüne ait olduğu ortaya çıkmaktadır. Saz adının etimolojisi ve ilk ortaya çıktığı ülke araştırıldığında, bu çalgının en eski çağlardan beri Azerbaycan âşık sanatıyla ilişkilendirildiği ortaya çıkmıştır. Bu dizelerin yazarı ben ve AMEA bağlı Azerbaycan Folklor Enstitüsü'nün filoloji bilimcileri, 2008 yılında Âşık sanatının Azerbaycan'ın kültürel mirasına ait olduğu konusunda bir rapor hazırlayıp UNESCO'ya sunduk. UNESCO 2009 yılında Âşık sanatının Azerbaycan'ın kültürel mirasına ait olduğunu teyit etti.
Azerbaycan’ın coğrafi arazileri tarih boyunca her zaman Avrupa’nın ve Doğu'nun iki farklı kültürünün temas noktası olmuştur;
1. Büyük Türk Dünyası ve Anadolu kültürü ile
2. İran tarihi bölgelerinin kültürlerinin kesiştiği bir coğrafi bölgede yer almıştır. Azerbaycan'ın 1828 yılında Rus ve İran devletleri arasında olan savaştan sonra paylaşılmasının ardından tarihte Kuzey ve Güney Azerbaycan ülkeleri olarak anılmaya başlandı. Ayrıca Azerbaycan halkının önemli bir bölümünün Güney'de, İran topraklarında kaldığını da belirtmek gerekir. Nüfusu 40 milyon olan İran Azerbaycan’ı da İran devleti tarafından Batı ve Doğu Azerbaycan bölgelerine bölünmüştü. Orta Çağ'da İran'da her zaman Türk şahları iktidarda olsa da Şah İsmail ve Nadir Şah Avşar dönemleri hariç olmak üzere devlet dili Farsçaydı. Dolayısıyla Azerbaycan'ın edebi ve yazılı dili halk arasında Azerbaycan Türkçesi, resmi çevrelerde ve yayınlarda ise Farsçaydı. Müzik kültüründe saz çalgısının ismi 14-15. yüzyıllarda Şah İsmail döneminde farca kelimesinden türemiş ve saz olarak hafızalara yerleşmiştir. Nitekim Şah İsmail Hatayı zamanında bu çalgının bugünkü ismi Çöğür olmuştur. Şah İsmail Hatayi'nin Divan’ında Çöğür (Çoğur) iki şekilde karşımıza çıkar; Bir de sapı ile gövdesi arasında açılıp kapanan, savaşa giden askerlerin beline taktıkları, Türkiye'de orta boy bağlamaya benzer küçük boy bir saz da var idi ki, buna âşık sazı denirdi. "Saz" kelimesinin etimolojisi "keyifli, iyi olmak" anlamına gelir. Farsçada "Saz" kelimesi genel olarak müzik aletini ifade eder. Çoğul olarak tüm müzik aletlerine ‘‘Sazha’’ denir. Farsçada müzik aletlerinin adının başına "Sazi" kelimesi eklenerek mesela "sazi enban", yani "ney müzik aleti" anlamına geliyor. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde çeng, kudüm, tambura, çöğür, ney, davul, zurna gibi müzik aletlerini saz olarak tanımlamış; sazcı, sâzende ve sâzendegân sözcüklerini ise bu müzik aletini çalan kişi veya topluluğun adı olarak dile getirmiştir. "Kopuz" adlı müzik aletinin ismi de eski Türk kültüründen bize kadar ulaşmıştır. Kıyaslamak gerekirse, günümüzde Kazaklar, Türkmenler, Kırgızlar, manasçılar, bakşiciler, kopuz çalan ve destan anlatan diğer sanatkârlar, tıpkı bizim âşıklarımız gibi destan, efsane ve hikâye anlatırlar. Kopuz adı, eski Türk halklarının geleneğinde tüm müzik aletlerine verildiğinden, günümüzde Orta Asya Türkleri arasında "Ağızla çalınan kopuz", "Telli kopuz", "Yaylı kopuz" gibi adlar kullanılmaktadır. Eski Türk dilindeki "Ozan" sözcüğü, öz itibarıyla bugünkü "Âşık" sözcüğüne benzemekle birlikte, onu tam anlamıyla ifade etmemektedir. Ozan kelimesi halk ozanı veya şair anlamına gelmektedir. "Âşık" kelimesinin birkaç anlamı vardır. Bunlardan ışık, bir kişiye karşı veya sanat türüne yoğun sevgi, bağlılık, tutku hisseden birinin anlamını verir. Yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere ozan, şair veya halk şairidir. Âşık ise hem birine hem de müzik ve şiir sanatına karşı duyulan hafif veya yoğun sevgi anlamına gelir. Işık kelimesinin bir diğer anlamı ise berraklık, zekâ ve bilgeliktir.
Türk Dünyası'nda âşık sanatının en eski tarihi izleri, zengin ve çeşitli repertuvarı Azerbaycan'da bulunmaktadır. Elde edilen arşiv ve kaya resimleri arasında en eski tarihi materyaller Azerbaycan'daki Kobustan kaya resimleri ve Sümerler, Hititler dönemine ait çok sayıda saz sanatçısının resimleridir. Kobustan ’da vurmalı def aleti olan gaval taşı, yallı-halaycı ve saz çalgılarını tasvir eden resimlerin bulunması, o dönemde bile yöre halkının müzik sanatına olan bağlılığını göstermektedir. Aşağıdaki çizimde Çöğür sazın ve Tavar (büyük) saz aletlerinin resmini görüyoruz.
Âşıklar, müzik ve şiir konusunda derin bilgilere, milli gelenek ve hikmet ilmine, eski tarihte tanrıcılık, MS. ise İslami değerlere ve hayat hakikatlerine sahip oldukları için halk tarafından bilgili ve kutsal kişiler olarak karşılanıyorlardı. Antik çağlarda Âşıklar, Kam-mağ, dervişlik ve tasavvuf gelenekleriyle yakından ilişkiliydiler. Bu nedenle öldükten sonra bile halkın hafızasında kutsal ve dindar kişiler olarak kalmışlar, mezarları türbe ve mukaddes mekân haline getirilmiştir.

Âşıkların sebilleri, saçları, sazı tutmaları, sağ taraftaki âşığın göyüşünü kabağa verip atışması onların Türk kökenli âşıklar olmasını ispat ediyor. Resmi kaynaklarda bu şeklin Hitit dönemine ait olması gösteriliyor. Hititler de eski zamanlardan çağdaş Türkiye ve Azerbaycan arazileri sınırında yaşadıkları için onların Türk sanatçıları olması kanaatindeyiz. Âşık ve saz sanatının uzun sure tarihi, ilmi ve teorisi üzerinde yaptığımız araştırmalar ispat ediyor ki, MÖ.
II. binyıl Hitit dönemine ait edilen âşık sanatçıları Türk âşıklarıdır. Denilen fikri saz icracılığına ait aşağıdaki kurallar da ispatlamaktadır:
1. Sazın göyüşte icra etme geleneği.
2. Sazın sapının uzunluğu Azerbaycan ve Anadolu sazının kolunun uzunluğuna eşittir.
3. Mukayeseli araştırmalar ispatlamıştır ki, aynı uzunlukta olan sazın kolunda bağlanmış perde kuruluşları çağdaş dönem saz kuruluşu ile aynıdır.
4. Âşık Şenlik sazının kolundaki perde kuruluşu, eski Sümer dönemi sazlarla ve kadim lir aletinin ses sistemi ile aynı kuruluşta olması faktörü ispat ediyor ki, sazda kadim perde kuruluşu “re” tonalitesi Azerbaycan’da “Şur”, Türkiye’de ‘‘Hüseyni’’ dizisi temelinde olmuştur3.
5. Saz aleti üzerinde yapılan organoloji ve müzik teorisi araştırmaları ispatladı ki, kadim sazın perde kuruluşu Azerbaycan, Âşık Şenliğin ve Kafkasya’da mevcut olan başka âşıkların sazı gibi dia tonik ses sistemi temelindedir.
6. Sümer ve Hitit dönemine ait saz icracıların duruşu, sazı tutma kuralı ve akor yapma metodu Azerbaycan’da olduğu gibidir.
7. Sümer, Hitit saz icracılarının giysileri Sulduz, Urmiya âşıklarının giysilerine uyğundur.
8. Sümer, Hitit, Urmiya, Azerbaycan geleneksel Âşık sanatı ve edebiyatının karşılaştırılması ispatladı ki, kadim sazın ses sistemi ve MÖ. birinci binyıllıktan sonra başlayarak sazın sapında perde bağlanılmasındaki değişiklikler, yani ilave perdelerin bağlanarak kromatik ses sistemine geçit yapımı çağdaş dönemdeki âşık sazının perde kuruluşu ile aynıdır.
Gösterilen faktörler Sümer, Hitit ondan sonraki Orta yüzyıllar ve çağdaş dönemlerde mevcut olmuş saz icracılığının Oğuz-Karabaş (Kara papak) Türklerinin medeniyeti, icracılık sanatı ile sıkı şekilde bağlı olmasını ispatlıyor. Kara papak âşıklarının yüzyıllar boyu yaratmış olduğu âşık müziklerinin, destan ve rivayetlerin analizi ve âşık şiir sanatının araştırılması âşık sanatının Türk halklarının kültüründe oynamış olduğu önemli rolü göstermiş oldu.


Sonuçta Âşık sanatının önemini ve insan hayatında oynadığı rolü felsefi açıdan değerlendirecek olursak bunu şu düşüncelerle ifade edebiliriz:
• Âşık sanatı, hem Azerbaycan hem de Türk halklarının hayatına girmiş milli düşünce biçimidir.
• Âşık sanatı insanları başarıya götüren yolun başlangıcıdır. Türk Dünyası'na hayatı, evreni ve Tanrı'yı anlamak için verilmiş bir araçtır.
• Araç, bilgeliğe yükseliş yolunu aydınlatan ve yönlendiren sebeptir.
• Müzik sanatının bilişsel anlamı, toplum için yüksek etik ve estetik değerlere cevap veren zeki insanlar yetiştirmektir.
• Akıllı insan, Salih insanların oluşturduğu bir toplumu temsil eden ve insanlığa hizmet eden maddi ve manevi bir varlıktır.
• Âşıkların şairlik yaratıcılığı milli düşünce tarzının, insanî değerlerin, insanın toplum içinde işleyiş biçiminin değerli bir ifadesi, yani sözüdür.
• Söz, halkın manevi varlığını, kültürel mirasını, yaşamını ve halk felsefesini zenginleştiren ulusal bir düşünce biçimidir.
• Saz ve Türkü sanatı, Türk dünyasında milli-manevi varoluş sisteminin temeli olup, onu yaşatan ve geliştiren bir sanat türüdür.

dsc-0778-001.jpg

Kaynak:Volkan Karabağ

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler